Kıbrıs Postası ( Köşe Yazısı )
Laboratuvar tüpünden "Kıbrıs Limonatası" içtim (Kıbrıs Postası)
İstanbul’dayken bir gazeteci dostumu ziyaret ettim. Biraz gazetesinde oturduk, sonra da “buradan çıkalım, dışarıda bir kahve falan içelim” dedi.
Onu en iyi ben anlıyorum tabi. Bütün gün o masanın arkasında oturmak bazen bunaltıyor ve “birileri gelse de beni buradan kurtarsa” dediğiniz oluyor.
Milliyet binasından çıktık ve hemen yanında bulunan Focaccia adlı kafeye oturduk.
O ana kadar içim dışım kahve olduğundan soğuk bir şeyler içmek istedim.
Menü geldi göz gezdirirken, algıda seçicilik nedeniyle gözüm menüdeki bir maddeye takıldı
Kıbrıs Limonatası.
Hem de İstanbul’un göbeğinde. Kıbrıs Limonatası’nın altında da “Kıbrıs’tan gelen lezzet” diye başka bir ifade vardı.
Garsonu çağırdım ve bir Kıbrıs Limonatası istedim.
Gazeteci dostum, garsona beni işaret ederek, “Bak Kıbrıslıdır. Limonata, gerçek Kıbrıs limonatası değilse çekeceğiniz var” diye takıldı.
Garson kendinden emin bir şekilde, “beyefendi beğenmezse, hesap almayız” dedi ve limonatamı getirmek üzere gitti.
Birkaç dakika sonra döndüğünde resimde gördüğünüz laboratuvar tüpüne benzer bir şişe içerisinde limonatamı getirdi.
Muhteşem sunum karşısında limonata gerçek çıkmasa bile ses etmemeye karar verdim ve fotoğraflayıp incelemeye koyuldum.
Adamlar bir laboratuvar tüpü içerinse limonatayı koymuşlar, bir taze dilim limon ile bir nane yaprağı da eklemişler. Bir mantar altlık üzerine de oturtmuşlar. İçmek yerine seyretmek istedim sadece.
Garson iddialı tabi, ilk yudum sonrası göstereceğim tepkiyi görmek için başımda bekledi.
Bir yudum aldım ve ağzımda annemin alüminyum manuel narenciye sıkacağı ile sıkıp şişelediği, kabukların asidinin de tat kattığı, biraz da mandalina sıkarak limonun ekşisini öldürdüğü o geleneksel limonatayı içiyordum sanki.
Garson, patronunun Kıbrıs ile bağları olduğunu ve her gelip gittiğinde ya da birileri gelip giderken limonata getirdiği ya da getirttiğini anlattı uzun uzun.
Garson limonatanın bir Kıbrıslı tarafında test edilip onaylandığı için mutlu iken ağzıma gelen o güzel tat beni de mutlu etti ancak bir de mutsuzluğum vardı.
İstanbul’dan Kıbrıs’a gelen bir kafe sahibi bu geleneksel lezzetimizin farkına varıyor. Bunu bir fırsat olarak görüp kafesinin menüsünün en güzel yerine koyup, muhteşem bir sunumla müşterisine bardağı 10 TL’den satabiliyor. Ancak biz bu lezzetin farkında olan ve bu lezzetle büyüyen insanlar olarak, bırakın bunu markalaştırıp ihraç etmeyi, misafirlerimize kola ya da Türkiye’den gelen meyve sularından ikram edip çocuklarımıza da içiriyoruz.
Misafirlere de gerçek limonata ikram ederken, artık çok az bulunan bir içecek türü olduğundan “Halis Kıbrıs limonatası dökeyim size” deyip özel bir ikram da bulunur gibi yapıyoruz.
Buna mu yanayım, yoksa ta İstanbul’da eskiden annemin buzdolabında dizili şişelerden birini alıp, şiddetli bir şekilde salladıktan ve şişenin ağzına toplanan katılaşmış limonatayı dağıttıktan sonra dilediğim kadar içebileceğim limonatayı laboratuvar tüpünde 10 TL karşılığında içtiğime mi yanayım.
Bu ayıp hepimize yeter bence.